İÇİMİZDEKİ FRANZ
Robert Seethaler tarafından kaleme alınan Tütüncü Çırağı adlı kitap Atter Gölü’nün kıyısındaki Nussdorf kasabasında annesiyle yaşayan Franz’ ın bir tütüncü dükkanında çalışmaya başlaması sonrasında Freud ile karşılaşıp kendini bulmaya çalışırken aşk ile tanışmasını ve sonrasında tüm insani hırs ve karmaşada kayboluşunu anlatıyor. Franz “ Ben miyim deliren yoksa dünya mı ?” diyerek Freud’ un yolunu tutuyor. Kitapta genel olarak bir hüzün duygusu hakim ve okurken bir şekilde kendimizi orada buluyoruz . Freud’un evinde oturup Freud’un puro içişini izliyor, tütüncü dükkanına gidip cama rüyalarımızı asıyor ve aşk üzerine düşünüyoruz. Kitapta daha çok aşk ve dönemin siyasi, sosyal olaylarına değiniliyor gibi görünse de derinde birçok konuda bizi sorgulamaya götürüyor. Babasını neredeyse hiç görmemiş ve annesi aslında farklı yollarla bir şekilde hayatını devam ettirmiş Franz’ ın çoğu şeyden eksik büyüdüğü, yaşadığı ilk yabancılıkta gizliden gizliye güzel tasvir edilmiş.
İlkler bizi hep biraz sarsmaz mı ? Bu ilkin iyi ya da kötü olmasıyla ilgili değil tamamen yeni olmasıyla ilgili. Ama herkesin o anlara gösterdiği tepkiler aynı olmuyor. Peki bu tepkileri birbirinden ayıran normalde göremediğimiz ama o ilk ateşte söndürülmeyi bekleyen köz ne ? Yaşantılar mı? Bazen duyduğumuz bir şarkı mırıltısı bile bizi alıp 12 yaşına götürüyor. Orda çocukluğum konuşmak istiyor , susturulmuş ve bir şarkıda öfkesini buluyor. Belki de yaşadığımız tüm kötü olayların, karmaşanın ardından gelen ve bilinen tek şarkı oydu. Tek şarkı o karmaşayı tekrar karşımıza çıkartabiliyorsa tüm hayatımıza etkisini düşünemiyorum. Müziğin sesi kapansın istiyoruz ama bir daha çalmayacak olması da korkutuyor. Peki “ korku” duygusu yaşayan birinin kendini maruz bıraktığı acımasızlıkla karşılaştığımızda yani kendi korkak yanımızla karşılaştığımızda yaşadığımız büzülme ile ne yapabiliriz? Korkak neden korktuğunu iyi bilir ve bununla baş edemeyeceğini de iyi bilir, korkak hep fazla bilir. Oysa o korkak yanımızın ihtiyacı olan şey belki de sadece yeni bir deneyimdir. Korkularımızın bize anlatmak istediği bir şeyler var.
Franz baba eksikliğiyle büyümüştür aynı zamanda annesi hep bir başkasının desteğiyle hayatını sürdürmüştür. Belki de bu Franz’ da bir özgüven eksikliği oluşturmuş ve birine olan ihtiyaç duygusunu hissettirmiş ve bir şekilde onu yalnızlaştırmıştır. Zaten kitabın tamamına baktığımızda Franz’ ın çekingenliği ile başlayıp bağlanacak nesneleri bulması ardından bunların yok oluşuyla oluşan yalnızlığı üzerine evriliyor. Peki bizim söndürülmeyi bekleyen közümüz ne ? İlklerde genelde hangi duyguları yaşıyoruz ve bu duygular üzerine dönüp düşündüğümüzde hayatımızdaki hangi yaşantıyı karşılıyor? İlk kez borç aldığımızda, ilk kez aşık olduğumuzda, yeni bir çevreye girdiğimizde, bilmediğimiz bir şehre ilk gidişimizde, ilk kez bir otelde kaldığımızda, ilk yalnızlığımızda, ilk işe başladığımızda, ilk kez sorumluluk aldığımızda hakim olan duygumuz ne? “ Bu duyguları bilmek ne işimize yarar ki “ diye sorabiliriz. Franz da bunu soruyor ve Freud’un buna güzel bir cevabı oluyor : “ Farkındalık yokuşlu bir yola atılan ilk adımdır .”
Tuhaf zamanlar yaşıyoruz. Belki de zamanlar hep böyle tuhaftı da sadece ben fark etmiyordum. Sonuçta daha kısa bir süre öncesine kadar çocuktum. Diğer yandan henüz bir adam da sayılmam. Bütün sıkıntı buradan kaynaklanıyor. Ve işte bu bizi bir sonraki konuya getiriyor : Şu kızla şimdilik hiçbir şey olmadı. Belki de aşk bana göre bir şey değil . Sence aşka uygun muyum? Doğrusunu söylemek gerekirse , insanın kendi annesine bu konuları sorması çok tuhaf bir his. Neden insan utanıyor. Fakat mesafeden dolayı bunu yapmak şuan daha kolay. Canım annem sıklıkla kederliyim ve nedenini bilmiyorum. Ama sık sık kederlenip nedenini bilmediğim de oluyor; böylesi daha kötü.. Pozisyonum gereği ileri bakmak zorundayım. Eğer dilersen , sevgili anneciğim, benimle gurur duyabilirsin !
Oğlun Franz
Franz adam oluşunu ilişki yaşayabilme şartına bağlıyor. Annesinin hayatını devam ettirebilmek için sürekli birinin desteğini hissetmek istemesi, ilişki yaşaması belki de Franz’ a bu yolu öğretmişti. Bizim öğrendiğimiz yollar ne ? Öte yandan gurur duyulmayı bekleyen Franz’ ı da görmezden gelemeyiz ve oldukça naif bir şekilde “anneciğim” deyişini de. Franz, büyüdüğünü annesinin artık mektubun sonunu “anneciğin” diyerek değil de “annen” diyerek bitirişinden çıkartıyor. Yani bir şekilde hep yorumlamalar ile belki de sevildiği sonucuna, büyüdüğü sonucuna, bir işe girmesi gerektiği sonucuna varmış. Yaşantılarımız bu derece seçimlerimizi, eş seçimimizi, sevgimizi gösterme şekillerimizi, nefretimizi gösterme şekillerimizi ve daha birçok “ bizim” dediğimiz şeyi etkiliyor. Attığımız her adımın yaşantılarımızın izini sürdüğünün farkındalığında olsak neler olurdu ? Freud iç çeker ve şöyle der : “ Yolların çoğu bana bir şekilde tanıdık geliyor. Ama aslına bakarsan yolları bilmek bizim fıtratımızda yoktur. Aksine yolları bilmemek var bizim fıtratımızda. Dünyaya cevap bulmak için değil, aksine soru sormak için geliyoruz. İnsan deyim yerindeyse kesintisiz bir karanlığın içinde el yordamıyla yolunu bulmaya çalışır ve ancak çok şanslıysa bazen bir ışık noktasının parıltısını görür.” Hepimizin farkındalığın o yokuşlu yolunda sorular sorup bir ışık parıltısı görmesi dileğiyle.
Seethaler, R. (2020). Tütüncü çırağı. (Beşinci baskı ). Jaguar Yayınları.