The Square filminde Christian’a sorulur “Bir eseri sergileme ile sergilememenin öğesi nedir? “ derken ne demek istediniz diye. O da, “Yani bir müzeye herhangi bir nesne koyduğumuzda bu o nesneyi sanat eseri yapar mı ? Yani çantanızı müzeye bıraktığımızda bu onu sanat eseri yapar mı ? “ der. Eserlerin bir anlama ihtiyacı vardır . Yaşamımızı anılarımızın olduğu bir müze olarak düşünürsek o an’a dokunan şey bir tabure de olsa bir anıyı anlamlandırdığından benim için sanat eseridir. Müzeye koymak için eser arayışına nasıl giriyorsak yaşamı heyecanlı ve yaşanmış kılmak için de bir arayışa çıkabilmeliyiz. Şair Rilke’ nin dediği gibi insanların çoğu yaşanmamış bir hayattan ölüyor.
Peki sınır ne olmalıdır ?
Clarissa Pinkola Estes kitabında şuna değinmiş : “Kurtlar için kış avlanmakta zorlandıkları bir dönemdir ve bahar geldiğinde av törenleri ile açlıklarını doyururlar ancak o kadar süre aç kalmışlardır ki ihtiyaçları olandan fazla avlanırlar “. İnsanlar için de durum böyledir. Bazen yaşamdan, deneyimlemekten o kadar uzak kalırız ki tekrar ava çıktığımızda ya da ilk kez ava çıktığımızda doyurulamaz bir açlık hisseder ve ihtiyacımız olandan fazlasını alabiliriz . İhtiyacımız olanı aştığımızı yani fazlalık olan şeylerin yarattığı hissi de anlarız, ruhumuzu dinleyebiliyorsak anlarız. Örneğin bir sabah uyandığımda sebepsiz Harry Potter serisine tekrar başlıyorsam ruhumun ihtiyacı olan şeyin sihir yani değişim ve hayal dünyası olduğunu bilirim. Ruhu dinlemek tam olarak budur, yarattığı tatları sorgulayıp tanımlayabilmek.
Estes, P.E. (2020). Kurtlarla koşan kadınlar vahşi arketipine dair mit ve öyküler (Kırksekizinci baskı). İstanbul: Ayrıntı Yayınları.